24 Şubat 2025
Prof. Dr. Serap Yazıcı ve Recep Tayyip Erdoğan
AKP’nin dünkü olağan kongresinde Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyeleri de belirlendi.
Liste kongrede açıklansa da belirleyenler elbette delegeler değildi. Kimsenin onlara böyle bir konuda fikir sorması da gerekmiyor zaten.
Bu partideki her şey doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’a bağlı ve onun yaptığı liste, delegeler tarafından sandığa atıldı, seçim yapıldı.
Tam Erdoğan’ın ağzının tadına göre bir seçim yani.
Bir süredir yaşadığımız gelişmeleri, önümüzdeki genel seçimi de buna benzetme niyetine bağlayanlar da var.
Yani her şeyi Erdoğan’ın belirleyeceği, onun istediklerinin seçime girip, kazanacağı bir seçim düzeni.
Bunun için iyi bir yol temizliğinin yapılmak istendiğini de görüyoruz zaten.
Ekrem İmamoğlu’na yönelik “soruşturma fırtınasının” başka bir açıklaması yok. Onu ekarte edince sıranın Mansur Yavaş’a da geleceğini söyleyebiliriz.
Kısacası Erdoğan, genel seçimi de AKP kongresine çevirebilecek olanakları sonuna kadar kullanacaktır diye düşünmek yanlış olmaz.
Bu kongrede partinin 7 yeni üyesi de MKYK’ya girmeyi “başardı!”
Tek seçici Erdoğan olunca böyle bir başarıya imza atmak kolay tabii.
Bu 7 yeni üyenin 5’i İyi Parti’den milletvekili seçildiler. İkisi ise Gelecek Partisi’nden istifa ederek geldi. Gelecek Partililer de aslında CHP listesinden seçimi kazandılar.
Şimdi gönül huzuru içinde yeni patronlarına hizmet edeceklerdir, buna kuşkum yok.
Bu yedi isimden 6’sına hak vermiyorum ama çok da eleştirmiyorum.
Siyaseten ha orada olmuşlar ha burada, belli ki onlar için fark etmiyor.
Kısacası “ilkesizlik” de diyebiliriz, siyasette hasbelkader elde edilmiş bir pozisyonun “pazarlık usulüyle” daha iyi bir pozisyona evrilmesi de diyebiliriz.
Seçime yaklaştıkça bu tiplerin sayısında artış olacak.
Erdoğan ne yapıp edip eksik sayıyı tamamlayıp, seçimi öne aldırarak bir kez daha seçime girme şansını elde edecek.
O arada dişli rakipleri de Adliye marifetiyle tasfiye etmiş olabilirse dördüncü kez koltuğa oturmayı da başarabilir; şimdiden bir şey söylemek erken.
Anlayamadığım ve anlam veremediğim “transfer” Prof. Dr. Serap Yazıcı.
Serap Hanım’ın Anayasa hukuku, güçler ayrılığı, AYM kararlarının uygulanması gibi konularda yazdığı yazılardaki görüşlerini AKP MKYK’sında dile getirmeye niyetlenip niyetlenmeyeceğini bilmiyorum.
Büyük olasılıkla Erdoğan’a ayıp olmasın diye bunları bir de orada dile getirmeyecektir.
Ama o yazıları, o yazıların yazılmasını sağlayan zihni süreçlerini, aldığı eğitimi nasıl silebilecek, bunu çok merak ediyorum.
Sonuç olarak bunlar dövme değil ki üzerine yeni bir dövme yaptırıp, eskisini kapatabilesin.
Yanlış anlaşılmasın: İnsanların ve fikirlerinin zaman içinde edinilen yeni bilgilerle ve tecrübelerle değişmesinin mümkün olabileceğine inanırım.
Durağanlık, insan zihninin düşmanlarından biridir; bu da kabul.
Serap Hanım acaba şuna mı inandı: Ben oraya girerim, iki konuşma yapar bunları girdikleri yanlış yoldan döndürür, yeniden hukuk ve demokrasi yoluna sokarım!
Bana pek mümkün görünmüyor.
Mesela Osman Kavala’nın tutukluluğu ile ilgili olarak şunu yazmıştı:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kavala davasında dosyada başvurucuya izafe edilen suçları işlemiş olduğunu gösteren delillerin yer almadığına hükmetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu tespiti karşısında Kavala’nın tutuklu olarak yargılanması, Anayasamızın 19. maddesinin 3. fıkrasının ihlâl edildiğini göstermektedir. Öte yandan bu tutukluluk, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda aktardığımız kararına da aykırıdır.
Bu ise tutukluluğun aynı zamanda Anayasanın 153. maddesini ihlâl ettiğini de göstermektedir. Çünkü Anayasanın 153. maddesi ilk fıkrasında ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir.’ hükmüne yer vermektedir. Madde son fıkrasında ise şu hükme yer vermiştir: ‘Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.’ Böylece Kavala’nın tutukluluğu, 153. maddenin ilgili hükümlerini de ihlâl etmiştir.”
Şimdi bunu o toplantıda Reis’in yüzüne karşı söyleyebileceğini düşünmüyorum. Bu durumda bu düşüncelerinden vaz geçtiği sonucunu mu çıkarmalıyız?
OHAL kararnameleri ile ilgili olarak yazdığım bir yazıdan sonra bana yolladığı bir e-postada şunu yazmıştı:
“Olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi kavramı, 12 Eylül yöneticilerinin bir buluşu olup 1982 Anayasa’sıyla kabul edilen bir durumdur. Her yönüyle devlet otoritesini güçlendirmeyi, bu otorite karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini zayıflatmayı amaçlayan bu Anayasa’nın en çok eleştiriye değer düzenlemelerinden biridir. Başka bir biçimde ifade edecek olursak, OHAL kanun hükmünde kararnameleri hukuksuzluğu ve keyfîliği hukukîleştiren, böylece hukuk devletiyle bağdaşması mümkün olmayan bir kavramdır.”
AKP MKYK’sına girdiği için bu fikri değişecek mi?
Değişmeyecek ise bunun tam tersini savunanlar ile aynı masanın çevresinde nasıl oturacak?
Bu “transferi” hiç anlayamadım.
Kendisi büyük olasılıkla bu değişiklikten mutludur; mutsuz olacak olsa niye saf değiştirsin? Sanırım onun adına üzülmek de bana düştü.
* * *
Sorun, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un dediği gibi “üç tane hakaret davası açılması” değil. Sorun bütün adalet sisteminin politize olması. Bakan da bunları bizler kadar biliyor olmalı çünkü bu yargının siyasallaşmasının sorumlularından birisi de kendisi |
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Kulu ilçesi Adalet Sarayı’nın açılış töreninde konuştu.
“3 tane hakaret soruşturmasıyla ülkede hukuk güvenliği yok diyeceksiniz. Buna müsaade etmeyiz” dedi.
Vatandaşların Anayasa’dan kaynaklanan fikir açıklama hürriyetlerini kullanmalarına nasıl müsaade etmeyecek?
Bunu hangi yöntemlerle yapabileceğini biliyoruz.
Zaten “ülkede hukuk güvenliği yok” dememizin nedeni de bunu kolayca yapabilecek olanaklara sahip olması.
Bu tür eleştirileri dile getirmek “bakanın müsaadesine” bağlıysa zaten bakan kendi sözlerini kendisi tekzip ediyor demektir.
“Üç tane hakaret davası açıldı” diye değil, vatandaşların Anayasal haklarının kullanılması engelleniyor diye itiraz ediyoruz.
Hukuk kurallarının geçerli olduğu ülkede Anayasal haklarını kullanan vatandaşların başlarına bu işler açılır mı?
Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun, iktidar partisinin bir organı gibi davranmasına dikkat çekiyoruz.
Emirle açıldığını herkesin bildiği bir soruşturmada tahliye kararı veren hâkim ile ilgili anında soruşturma açılmasını gördükten sonra “hukuk güvenliğinden” nasıl emin olabiliriz?
Anayasa Mahkemesi kararını takmadığı gibi AYM üyeleri hakkında “terörist” diye suç duyurusunda bulunan bir Yargıtay’ın olduğu ülkede “hukuk güvenliğinden” söz edebilir miyiz?
Sadece son açılan siyasi soruşturmalarda savcıların, sanıklara sordukları soruları, tutuklama istemiyle yazılan sevk evraklarındaki gerekçeleri, tutuklama kararı veren hâkimin gerekçelerini okuyunca bırakın “hukuk güvenliğinden” emin olmayı, Türkiye’de hukuk fakültelerinin bile kalmadığına kanaat getirebiliriz ve bunda da haksız olmayız.
Venedik Komisyonu’nun son raporunda “Adalet Bakanının HSK’da üye olarak yer alması, güçler ayrımı, HSK’nın bağımsızlığı ve sonuçta adil yargılanma hakkı bakımlarından sakıncalıdır” yazılı.
En önemli sorunun HSK Başkanı’nın Adalet Bakanı, Başkan Yardımcısının Adalet Bakanı Yardımcısı olmasından kaynaklandığını da ben söylemiyorum, Venedik Komisyonu söylüyor.
Sorun “üç tane hakaret davası açılması” değil.
Sorun bütün adalet sisteminin politize olması.
Partili yargıçların ve savcıların, siyasi misyonlarını yerine getirmek için davranıyor olmaları.
Bakan da bunları bizler kadar biliyor olmalı çünkü bu yargının siyasallaşmasının sorumlularından birisi de kendisi.
Müsaade etmese de bunu söyleyeyim dedim.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
“Yerlerine yetkin kişiler gelmeli” diyorsanız, “Erdoğan gitsin” demek istiyorsunuzdur. Elleri kelepçeleyip, adliye koridorlarında suçlu gibi dolaştırmalarının asıl nedeni bu!
Ayşe Barım hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması bir hâkimin kararıdır. Bu yüzden hâkim hakkında soruşturma açılıyorsa, bundan sonra Ayşe Barım hakkında verilecek her aleyhte kararın gerekçesi hukuki değil, siyasidir
Cumhurbaşkanı Erdoğan uçaktan indiğinde Ankara’ya yayılan Malezya havasının etkisiyle HÜDA-PAR’ın düzenlediği çalıştaya katılan AKP’li Mehmet Metiner’in, “farklı görüşlere faşizan ve üstenci bir dille parmak sallamak kimsenin haddine değildir” sözleri endişe verici; çünkü Adalet Sarayı’nın camları açılmadığı için Malezya havasından etkilenmeyen bir savcı ekibi işin başında
© Tüm hakları saklıdır.